Jeffrey Lionel Dahmer, Milwakuee Canavarı olarak da nam salmış bir seri katil. Onun insanlara yaşattığı vahşet, birçoğumuzun aklının alamayacağı boyutlarda. Öncelikle size biraz yaptıklarından bahsedeyim. İlk cinayetini işlediğinde henüz on sekiz yaşındaydı. Kurbanı ise yolda otostop çekmekte olan genç bir delikanlıydı. Dahmer, gencin yanına yaklaşıp onu arabasına aldı ve yolda giderken onunla sohbet etmeye başladı. Konu dönüp dolaşıp cinsel birlikteliğe geldi ancak otostop yapan genç Dahmer’in ilişki teklifini kabul etmedi. Dahmer ise reddedildiği için sinirlendi ve gencin kafasını sert bir cisimle ezerek öldürdü. İşte bu noktadan sonra içinde kilitli kalan canavarı serbest bırakmış ve seri cinayetlerini büyük bir tatmin duygusuyla gerçekleştirmeye başlamıştı. Kurbanlarının bazılarıyla öldürmeden önce bazılarıyla da öldürdükten sonra cinsel ilişkiye giriyordu. Daha sonra öldürdüğü kişinin vücudunu parçalara ayırıyor ve etini yiyordu. Hem nekrofili hem de yamyamlık belirtileri gösteren Dahmer, uzunca bir süre bu eylemlerini sürdürdü. Cesetleri ise çoğunlukla eritip gömüyordu. Seri katil profilinin en belirgin özelliklerinden biridir istismara maruz kalınan bir çocukluk geçirmek. Jeffrey Dahmer de bu konuda bir istisna teşkil etmiyordu. Yıllar içerisindeki en vahşi eylemlerinden biri de on üç yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunmasıydı. En sonunda polislerin kıskacından kaçamadı ve hapishanede, çamaşırhane içerisinde arkadan kafasına indirilen bir çubukla öldürüldü.
Peki neden Ryan Murphy’nin ekrana taşıdığı Canavar: Jeffrey Dahmer’ın Hikayesi, yayınlandığı ilk haftada Türkiye’nin de yer aldığı 72 ülkede Netflix’in en çok izlenen yapımı oldu? Ya da neden böyle bir seri katilin gözlüğü için 150 bin dolar gibi bir satış fiyatı kondu?
Derby Üniversitesi’nde psikoloji alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Dr. Melanie Haughton bu konuda “Seri katilleri karmaşık, zeki ve ilginç olarak tasvir etmek ve onları oynayacak yakışıklı/güzel oyuncular seçmek onlara bir çekicilik veriyor” diyor. Zaten bu fikrin ne kadar doğru olduğunu kanıtlayan ve hayranlıkla izlediğimiz onlarca kurgusal “anti-kahraman” yok mu? Ne kadar psikopat olursa olsun, ne kadar kötülük yaparsa yapsın bu karakterlere bağlanıyor ve de onları gerçekten seviyoruz. Onun için gerçek seri katilleri başrole yerleştiren yapımlarda da bu illüzyona ve onları canlandıran oyuncuların cazibesine kolayca kapılabiliyoruz. Tabii bir de bu hayranlığın patolojik boyutu var. Bu dizide de gördüğümüz gibi, bu katillerin hayatı filmlere konu olmadan önce de onlara gerçekten “hayran mektupları” geliyordu. Jeffrey’e imzası karşılığında para yollayanlar ya da onu “anladıklarını” düşündükleri için iletişime geçmeye çalışanlar oluyordu.
Gelin bu hayranlık konusuna bir de Jeffrey Dahmer’in sınıf arkadaşının gözünden bakalım. Derf Backderf’in 2012’de basılan çizgiroman albümü My Friend Dahmer ünlü seri katilin hayatına çok farklı bir noktadan bakan, neredeyse yirmi senelik bir çabanın ürünü çarpıcı bir eser. Bu eserde Backderf şunları söylüyor:
“Bu, yirmi yıldır üzerindeki duygusal güçten hiçbir şey yitirmemiş trajik bir hikaye. Şuna inanmaktayım ki, eğer hayatındaki yetişkinler ona karşı anlaşılmaz ve affedilmez ölçüde ilgisiz olmasalardı Dahmer bir canavara dönüşmek zorunda kalmayacak, o kadar insan korkunç bir şekilde öldürülmeyecekti. Ancak Dahmer bir kere öldürmeye başladığında –ki buradaki ayrımın üzerini ne kadar çizsem az- ona karşı sempatim de bitmiştir.
İlk cinayetten sonra teslim olabilirdi. Kafasına bir silah dayayabilirdi. Bunun yerine o ve tek başına o, bir seri katil olmayı ve sayısız insana ızdırap yaymayı seçti. Şu an Jeffrey Dahmer’i bir antikahraman, kendisini reddeden topluma savaş açan zorbalığa uğramış bir çocuk olarak gören şaşırtıcı sayıda insan var. Bu tam bir saçmalık. Dahmer, zihnindeki ahlak anlayışı neredeyse algının ötesine geçmiş zavallının biriydi. Ona acıyın, ama onunla empati kurmaya çalışmayın.” (My Friend Dahmer’in önsözünden)