Christopher Bollas’ın bir grup üzerinde yaptığı danışmalar sonucu ortaya çıkan bu kavram, kişinin kendi benlik özelliklerini hiçe sayarak toplumda kabul görmek uğruna savaş vermesidir. Bu normopatlar, içlerinde bulunan sağlıklı olmayan dürtülerle her zaman çevresini önemser ve ‘onlar gibi olma’ arzusuyla yanar. Bazı psikiyatristlere göre, bu kişilerin kendi ruhlarına bakmaktan duydukları kaygı olarak da açıklanabilmektedir. Normopatlar, hayatlarında her zaman pasiftirler. Farklı olmaktan, liderlik yapmaktan yoğun bir korku duyarlar. Taklit etmek ve herkesleşmek onların birincil amacıdır. Yani, kendi kişiliklerini tanımak yerine sosyal çevreden geçerli not alma konusunda çaba gösterirler. Bu gibi tanımlamalara baktığımızda onların yaşamlarındaki en büyük endişenin anormal bir bireye dönüşmek olduğu çıkarımına varabiliriz. Aslında her normopat bu yaşamdan bir süre sonra acı duymaya başlar ve kendilerini melankolik hisseder.
Şuan ki dünyamızda teknolojinin gelişmesi ve sosyal medya kullanımının artmasıyla bu tip bireylerin sayısı arasında doğrusal bir orantı vardır. Fikrimce, ülkemizde de bireyleri bu rahatsızlığa iten bir diğer etken de “el âlem ne der?” baskısıyla toplumun çizdiği belirli bir çerçeve dışına çıkmaktan kaygı duymaktır. Oysa her zaman kendimiz gibi olmamız gerekmez mi? Aynaya baktığında görmek istediğin kişi bir başkası değilse, herkesleşmek yerine ‘kendinleş’.