20. yüzyılın başlarında psikologlar insanların kurduğu bağların içgüdüsel dürtülerin bir sonucu olduğunu düşünüyorlardı. Hatta psikologlar çocuklara sevgi göstermenin hiçbir amaca hizmet etmeyen, tehlike yaratan duygusal bir jest olduğuna inanıyorlardı. Bebeklerin anneleriyle arasında oluşan duygusal bağın sebebi olarak bebeğin besin ihtiyacının karşılanması için annesine muhtaç olmasını ileri süren psikologlara karşı Harry Harlow, Bağlanma Teorisi’ni sadece beslenme ile açıklamanın yetersiz hatta mantıksız olduğunu ve annenin bebeğine hissettirdiği sevgi ve şefkat duygularının görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir etken olduğunu düşünüyordu. Bunun üzerine Harlow sevginin ve sevgisizliğin bebeklerin gelişimine olan etkisini rhesus maymunları üzerinde yaptığı deneylerle ortaya koymaya karar verdi. Harlow iki tane yetişkin maymun büyüklüğünde cansız vekil anne tasarladı; bunlardan biri sadece telle çevrelenen bir yapıya sahipken diğerinin yapısı yumuşak bir dokuya sahipti. Deney, sadece telden oluşan vekil anneye biberon bağlanmasına rağmen iki vekil anneyi de aynı ortama alarak başlatıldı. Harlow’un öğrenmek istediği şey çok açıktı: Yavrular besin ihtiyacını karşılayabilen vekil anneyle mi yoksa yumuşaklığını ve sıcaklığını hissedebildikleri vekil anneyle mi bağ kuracaktı?
Deney esnasında yavru maymunlar sadece yemek yiyebilmek için tel anneye gitmişler, geriye kalan tüm zamanlarını yumuşak olan anne ile geçirmişler. Deneyi çeşitlendirerek ortama bir korku nesnesi eklenmesi sonucunda da yavrular güvende hissettikleri yumuşak olan anneye sığınmışlar. Harlow, “Bu veriler, temas rahatlığının/dokunma konforunun duygusal tepkinin geliştirilmesinde çok büyük öneme sahip bir değişken olduğunu, laktasyonun ise önemsiz bir değişken olduğunu açıkça ortaya koyuyor” demiştir. Harlow’un bu deneyi fazlasıyla etik dışıydı ve hayvan haklarını hiçe sayıyordu. Fakat kendisi “Maymunları nasıl sevebilirsiniz ki?” diyerek daha şok edici bir deney gerçekleştirmeye karar verdi. Sosyal İzolasyon Deneyleri adını verdiği bu araştırmasında depresyona yönelik modeller geliştirmeyi amaçladı ve yavru maymunları tek başlarına bir izolasyon odasında büyütmeye başladı. Deney fazlasıyla acımasız sonuçlandı, yalıtım altındaki yavrularda ciddi sosyal bozukluklar gözlendi hatta birçoğu kendini dış dünyaya kapatarak intihar girişiminde bulundu. Deneylere maruz kalan maymunlar büyüdüklerinde çiftleşmeyi reddettiler, çiftleşip doğum yapan anneler ise yavrularını ya öldürdü ya da ihtiyaçlarını karşılamadıkları için yavrular kendiliğinden öldü. Bu bulgular o dönem için devrim niteliğindeydi ve bilim camiasında önemli değişimlere yol açtı. Anne çocuk arasındaki temasın çocuğun gelişimini olumsuz etkileyeceğini söyleyen dönemin davranışçı psikologları, Harlow sayesinde anne çocuk bağının temasla ve sevgiyle oluştuğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldılar.
Harry Harlow’un çalışmaları o zamandan bu zamana hala eleştiri toplamaya ve tartışılmaya devam etmektedir. “Maymunları nasıl sevebilirsiniz ki?” diyerek kendini savunmaya çalışan Harlow’a hayvan hakları savunucuları ayaklanarak tepki gösterdiler. Bu ayaklanmadan sonra hayvan hakları yeniden tasarlandı ve deneylere kısıtlanma getirildi. Bu deneylerin sonuçlarının etkileri ne kadar önemli ve büyük olsa da asla kabul edilebilir değil. Fakat şu bir gerçek ki sevginin daha farkındalıkları gelişmemiş olan bir bebek için gıdadan bile daha büyük bir gereksinim olduğunu, sevginin güven ve huzur hissiyle pekişen gücünü fazlasıyla kanıtlayan bir deney. Sizce de Harry Harlow bebeklerin ve hatta insanlığın asıl ihtiyacının fiziksel açlık değil de duygusal açlık olduğunu kanıtlarken kendisiyle çelişmemiş mi? Böylesine büyük bir devrim yaratabildiği için acımasız deneyleri kabul görmeli mi?